İletişim Formu

 

Gece Yürüyüşleri


Ayakkabılarımı ayakkabılıktan alırken çıktığımı gören annem içeriden hafif meraklı bir suratla; ama aslında öylesine sorduğu çok belli olan ses tonuyla sordu: "Nereye gidiyorsun, bu saatte?" "Nereye gidiyordum, saat akşamın 10'nunda." Pek çok arkadaşımın zaten bu saatte evde olmadığını bildiğimden bu soru çoğu zaman canımı daha çok sıkardı. Sanki kafamda dönüp duranlar yetmiyor gibi! Kafamı önüme çevirdikten bir kaç saniye sonra: "Arkadaşıma!" dedim. Sesimde - onun öylesine sorduğu çok belli olan ses tonuna - sanki bilinçsizse bir tepki vardı. Hangi arkadaşıma olduğunu bile sormadı. Çoğu zaman da sormazdı zaten. Gerek mi duymazdı yoksa herhangi bir arkadaşımın ismini söylesem de tanımayacağını bildiğinden gereksiz bir muhabbete daha girmek mi istemezdi, hiç bilmiyorum. Yine de zaten benim de işime gelirdi hep, o kafadayken, bir başka soruyla daha karşı karşıya kalmamak. 

Sessizce giyip ayakkabıları dışarı attım kendimi. Sanıyorum ki merdivenlerden aşağı indiğimi duyan kuzenim cama çıkmış üçüncü kattan merakla aynı soruyu soruyordu: "Abi nereye gidiyorsun?" Fakat kuzenim aslında merakından değil, genelde her akşam bu saatlerde markete gittiğimi bildiğinden, kendisine sigara almak için en iyi fırsatın bu olduğunu biliyor olmasıydı sormasının sebebi. "Arkadaşıma", dedim ona da. Ama onun: "Markete gitmiyorum, inme aşağıya", dediğimi anladığını çok iyi biliyorum. "Geç kalma abi", dedi içten bir şekilde. Biliyorum ki pek çok şeyini bildiğim kuzenim gerçekten sever beni. Tüm ailemizden sakladığı 2. facebook adresinde bir tek benim ekli olmam da bunun göstergesi. O benim ikinci bir hayatım olduğunu bilmiyor olsa da ben onun erkek arkadaşını biraz eski kafalı amcamdan korumak için ikinci bir hesabı olduğunu biliyorum.

Her zaman olduğu gibi telefonumun kulaklığını takıp bir radyo arayamaya başladım. Telefonuma format attığımdan beri, yedeklemeyi unuttuğum tüm mp3'lerim silinmişti. Canım zaten sıkkınken bir de insallah saçma şarkılar çıkmaz umuduyla bir kaç radyo istasyonuna baktım. Tam sevdiğim şarkıları çalan bir tanesine denk geldim bu akşam, çok şükür ki! Kaç akşam düzgün bir şarkı bile bulamadan yürüdüğüm olmuştu. Zaten öylesi kafamdaki düşüncelerin üstüne şarkısız kalmak çok pis koyuyor adama.

Yürüdüğüm güzergah da değişmişti zamanla, tıpkı her geçen gün daha fazla değişen ben gibi. Yolda aklıma geldi. Kendimi bildiğimden beri canım sıkıldıkça, kafam bozuldukça bunu en yakınım diyebileceğim insanlara bile anlatmak yerine gecenin bir vakti yürümeyi tercih etmişimdir. İnsanlara anlatmayı sevmiyorum. Anlayamadıklarını düşündüğümden mi, boş tavsiyelerine kulak vermek istemeyişimden mi, yoksa kimseyi kendime bu kadar yakın hissetmediğimden mi bilmiyorum... Eskiden boyuna yolunu arşınladığım yol, eskiden bu kadar popüler olmayan bakımsız bir parktı. Daha sonra belediyenin el atmasıyla epey bir güzelleştirdiler. Akşam 12'den önce de boş olması için havanın kötü olması gerekiyor artık. Oradan da hayatımın en güzel yıllarını geçirdiğim ilkokulumun etrafındaki yolu dolanarak, ilkokula devam ederken eve döndüğüm yolu takip ederek dönerdim. 

Lise yıllarımda yürümemin sebepleri şimdikine kıyasla daha kolay çözülebilir şeylermiş gibi geliyor. Bunların çok büyük sebebi orta okulun sonlarında aşık olduğum çocuk olan mahalle arkadaşımı unutmak istememdi. Bazı günler çok ağır geliyor, kaldıramıyordum. Zaten konuşabileceğim kimsem de yoktu o zamanlarda. Yürüyordum ben de başka çarem olmadan. Bir süre sonra bunun yerini Öss'nın stresi almaya başladı. Yürüyüşümün sebebi de yürürken ettiğim dualar da kendi içimde yaptığım tartışmalar da değişmişti. En büyük sıkıntım buydu çünkü artık. Öyle veya böyle bir şekilde üniversiteyi de kazandım. O yıllarda hayatımın belki de 4 yılını bok edecek bir adak adamıştım Allah'ıma. Eğer ki üniversitede herhangi bir bölümde okumak nasip olursa aşk için bir kere bile dua etmeyecektim O'na. Dedim ki bir gece yatmadan önce: "Allah'ım bir üniversitede okumamı ve başarılı bir şekilde bitirebilmemi nasip et, istersen başka bir erkeğe aşık etme bu süre boyunca beni." O kadar çaresizce edilmiş bir adaktı ki bu, istediğim üniversitenin veya bölümün adı bile geçmiyordu içinde. Neresi olursa "eyvallah" diyecektim, bir yerde. Ne kadar kafamı bulandırmış olduğunu anlayın. Ki derslerimin de pek çok arkadaşıma nazaran iyi olmasına rağmen etmiştim bu duayı. O adağı adamadan yaklaşık bir yıl kadar önce, en son aşık olduğum çocuğu, düşünüyordum zaten. Nasılsa o sırada vardı aşık olduğum biri, aşık ol-a-madan geçecek yılların endişesi ve boşluğu düşündürmüyordu beni. Her ne kadar beni biliyor olmasa da! Üniversiteyi kazanmamla beraber artık yürüyüşlerimin iki sebebi kalmıştı. Biri babamla yaşadığım tartışmalar ve üç yıldan fazla süren dargınlığım, diğeri artık olmayacağını bir şekilde anlamış olduğum, son aşık olduğum çocuğu, unutmaya çalışmak. O adaktan dilimin yanmasından mütevellit artık sürekli dua eden insanlar gördüğümde: "Ne dilediğine çok dikkat et, Allah'ın kabul edeceği tutar, üzülürsün", diyorum. Çoğu zaman bu söz onlara anlamsız geliyor, ben de anlatmaya çalışmıyorum. Zaten anlatsam kaçı anlayabilir ki. Bu akşam yürürken düşündüğümde neden bilmiyorum; ama o zamanlar dert ettiğim şeyler o kadar basit şeylermiş gibi geliyor ki aklıma. Zira bu akşam çok daha karmaşık ve aklımı kurcalayan şeyler yüzünden yürüyorum.

Yürüdükçe evimden uzaklaşıyor oluşum, sanki bir şekilde ruhumda tüm sıkıntılarımdan uzaklaşıyor olduğum hissi yaratıyor. Nasılsa yolun sonunda tekrar evime ve dertlerime döneceğimi bilsem de, yolu yürümüş olmanın verdiği bir miktar yorgunlukla ve çok daha baskın şekilde o kafamdaki sesleri yürüyüş boyu dinlemekle bir şekilde artık susturmuş oluyorum hepsini. Bunu aslında pek çoğunuzun anlayabileceğini düşünmüyorum, O yüzden çok daha fazla anlatmayacağım, niye yürüdüğümü. Zira hepiniz canınız sıkıldıkça bunu başkalarına anlatıyorsunuz. Bana da anlatıyorsunuz. Ancak işte bazılarımız başkalarına anlat(a)mıyor, hoşlanmıyor. Benim gibi insanların tek çıkış yolu da işte böyle kafalarını boşaltabilecekleri başka bir şey bulmuş olmaları oluyor. Gece yürüyüşleri gibi...

Yürüdüğüm yolun ilk durağı olan güzel parkın artık keşfedilmiş olup, akşamları dahi kalabalık olması mı, yoksa ilkokulumun yıkılıp yerine çok daha modern başka bir okul inşaa edilmiş olduğundan bana olan aitlik duygusunu yitirmesinden midir bilmiyorum bir süre sonra o güzergahı değiştirmeye başladım. Artık tam tersi bir nokta olan üniversiteye gitmek üzere minibüse binmeye gittiğim yol üzerindeki bir parka oradan ise yolu epeyce bir uzatarak oturduğum semtin neredeyse tamamını dolaşarak evime dönüyorum. Bu seferki parkım çok daha afilli aslında. Oturduğum semti tam tepeden görüyor. Yürüdüğüm saati de göz önüne alınca bulunduğu tepeden, tüm hayatımı geçirdiğim semti ışıklar içinde görüyor olmak ve tuhaf şekilde beton yığınlarının öylesi her renkteki ışıklarla parlaması hoşuma gidiyor ve rahatlatıyor beni. Her yürüyüşümde mutlaka bir süre burada vakit geçiriyorum. 

Şu sıralar bu yürüşlerimin sebebi; ne bir okul derdi, ne babayla yaşanan sürtüşmeler, ne unutulmaya çalışılan eski bir sevgili. Tüm bunları çok da güzel bir şekilde aşmış durumdayım. Zira bir üniversiteden bu yaz mühendis olarak mezun olmak üzereyim. Pederle işler olabileceğinden çok daha iyi bir şekilde gidiyor ve öyle sanıyorum ki üniversiteye başlarken adamış olduğum adağın sonucu olarak en son aşık olduğum çocuktan beri 4 senedir zaten bir başkasına  da aşık ol(a)mamıştım. Artık sorumlusu olarak bunu gösteriyor ve tüm bu yalnızlığımın, diplomamı aldığım gün biteceğini düşünüyorum. Zira Tanrı ile yapmış olduğum bu tek taraflı anlaşma sadece üniversite yıllarını kapsıyordu. Belki de bu şimdilik kendimi kandırmak ve rahatlatmak için öne sürdüğüm bir oyalama, bir başka yalandır. Tanrı'nın beni umursamış olup, o adağı kabul ettiği bile meçhul çünkü. Yine de o adaktan sonra üniversiteye girmiş olmak ve tabiri caizse "yatarak" çok iyi notlarla üniversiteyi noktalama noktasına gelmiş olmak bu inancımı kuvvetlendiriyor. Sanki hep ilahi bir güç varmış gibi bu olayda :P  

Velhasıl kelam sebep bunlar değil. Bugünlerdeki yürüyüşlerimin sebebi çok daha canımı yakan başka birkaç şey: Şu yaşıma kadar toplumdaki "iyi insan" olmak uğruna kaybettiklerim, eşcinsel kimliğinin yaşamıma yerleşmeye başlamasıyla kaybetmeye başladığım şeyler ve 2 sene öncesindeki kabullenme sürecimdeki o sancılı soruların bir kısımlarının tekrar tekrar önüme gelmiş olması. Ki bunlar aslında çok daha ayrı bir yazı konusu. Belki bir kaç gün sonra yazarım. Açıkça söylemem gerekirse bu sorular - gerçekten eşcinsel olup olmadığımı sorgulamaya - kadar bile gidiyor. 2 yıl önce bu iç kavgayı eşcinselliği kötüleyerek, o kimliğimden nefret ederek, bir eşcinsel olmayı red ederek yapıyordum. Şimdiyse şaşırtıcı bir şekilde hızla benimsediğim bu kimliği kaybetme korkusuyla yapıyorum. Zira bir ilişki dahi yaşamamış olmak, bir başka erkeğe kaç yıldır tekrar aşık olamamak yavaştan bende aslında belki de bir eşcinsel olmadığım algısını yaratıyor. Billiyorum ki bunları okurken kızıyorsunuzdur. Halen daha kendini bulamamışsın diye. Kendisini bulmayan biri - bu kadar - bu hayatın içerisinde olmaz. Ne olduğumu biliyorum. Sadece benim korkum; kendi içimdeki bu tartışmanın eşcinselliğimi bir şekilde bastırıyor olması. Üstelik istemediğim halde. Böyle bir şey istense de yapılabilir mi zaten, "eşcinsel olmaktan vazgeçilebilir mi?", gibi absürt sorular sormayın veya böyle eleştirmeyin. Pek tabii ki ben de biliyorum olmayacağını. Sadece bu, belki de çok da iyi kelimelere dökemediğim tuhaf ve çok fazla can sıkan, içinden çıkılmayan bir his. Bunaltıyor, yoruyor beni. Çok değişken ruh halimin de verdiği etkiyle bir anda çok gereksiz şekilde insanlara agresifleşebiliyorum bu düşünceler yüzünden. Zaten insanları kendimden uzaklaştırmak istediğimde bunu çok profesyonel bir şekilde yapabildiğimi de düşünürsek, böyle günlerde sadece muhabbet etmeyi bile deneyen arkadaşlarımı kırdığım çok olmuştur. İşin en boktan yanı ise, umursamaz yanımın da tavan yapmasıyla, ne kadar değerli olursa olsun benim için, böyle günlerin birinde kaybettiğim kimse için üzülüyor olmamam. İkizler burcu olmanın bir getirisi midir bilemiyorum bu kadar karmaşık ve değişken olmak da ayrı yıpratıyor insanı. Köpekler gibi sevip, gecenin bir vakti arasa, sıcak yatağını bırakıp yanına koşabilecek kadar sevdiğim insanları dahi böylesi bir anda gözümü bile kırpmadan silebiliyor olmak hep korkutuyor beni. Şimdilerde kolayca arkadaş edinebiliyor ve bir şekilde, tam anlamıyla olmasa da, yerlerini doldurabiliyorken ilerleyen yaşlarımda bu kadar sık arkadaş kaybediyor olmak ve yerlerine yenileriyle tanışamadığım günlerde çok fena götümde patlayacak bu durum. Bugün "Da Vinci Demons" dizisini izlerken bir replik sanki bana söyleniyor gibi hissettim. "Düşmanlarımızla barışmak için sebep bulmayı öğrenirken, dostlarımızla barışmak için bunu yapamıyoruz" gibi bir şeydi. Tam hatırlayamasam da. Yine de ana fikir, düşmanımızı bile affedebiliyorken bir zamanlar canımız olan insanları affetmeyi beceremiyor oluşumuz. Ancak ben bunu niye yapamadığımı çok iyi biliyorum. Pek çok insan beni kindar olarak tanıyor. Yapılan tek bir hatayla kaybettiğim onca arkadaşım, o hatayı unutamadığımı, ondan dolayı affedemediğimi düşünüyorlar. Ancak ben kindar değilim aslında. Bir şekilde, çok fazla önemserken, yapılan hatayı kaldıramayıp sildiğim vakit o insana karşı duygusuzlaşıyor oluşum tek gerçek. Tüm sevgim bıçak gibi kesilmiş olmakla beraber tüm nefretim de gidiyor. Keşke nefret edebilsem en azından ve insanlar özür dilediğinde affedebilip, devam edebilecek bir yolum olsa. Tüm bu karakter yapım ve içimdeki tartışmalar şu sıralar oldukça beynimi dolduruyor. Ne yaptığım şeylere konsantre olabiliyorum ne de keyifli bir günün ardından bile olsa huzurlu yatabiliyorum. Öyle ki artık kalan üç beş arkadaşımı ne zaman kendimden uzaklaştırmaya başlayacağımı merak ediyorum ve bu korkuyla devam etmeye çalışıyorum.

Tüm bunlara rağmen her zaman dediğim gibi en büyük lanetim ve hediyem olan ikizler burcunun özellikleri sayesinde bu yazıyı yazıp, imlasını bile düzeltmeden çok daha önce şu yazdıklarımın bir tanesi bile aklımda olamayacak. Bunları yazarken veya yazmadan önce yürürken, çok yoğun bir şekilde hissettiğim; yalnızlık, korku, kendine nefret, kaybolmuşluk hislerinden zerre kalmayacak. Bir kaç saniye sonrasında yine dünyadaki en keyifli insanlardan biri olacağım. İşin en tuhaf yanı bu değişiklik kendimi kandırıyor oluşumdan değil. Gerçekten de öyle hissettiğim için oluyor. Şimdi bu lafları ederken bir kaç saat içinde harika hissetmeye devam edeceğim. Sonra ertesi gün olacak ve ertesi gün. Yine bir yerde bu duygular aynı yoğunlukta bir şekilde kafamın içinde dans edecekler. Yine tüm dünya kararacak çevremde, yine kaybettiğim insanlar olacak ve sonrasında yine aynı harika dünya! Böylesi absürd, böylesi şizofrenimsi, böylesi benim bile anlam veremediğim bir dünyam var. Bunları yazıyor olmamın sebebi ise, bazen arkadaşlarımdan şu yorumu çok fazla duyuyor oluşum :"Oğlum çok harika bir hayatın var, arkadaş ilişkilerin çok iyi. Çok seviliyorsun. Karakter yapın çok güzel, hiç kimse için kendini sıkmıyorsun" vesaire, vesaire. Değil işte arkadaşlar. Davulun sesi uzaktan hoş geliyor size. Benim davulum patlak, sizin bundan haberiniz bile yok. Sadece bilin istedim. Bilinen ama çok hoşuma giden bir sözle bitireyim. "Dert çük gibidir. Hep en büyüğü kendinizin ki sanırsınız." Hepimizin sıkıntıları var. Bugün benim eskilerine güldüğüm gibi bugünkülere yarın güleceğim gibi sizler de bugünkü dertlerinize güleceksiniz günün birinde. Sadece bunun bilincinde olun ve kimsenin hayatına imrenmeyin. Herkes kendi hayatıyla özel, kendi hayatıyla güzel. Sahip olduklarınızın kıymetini bilin. Ben bil(e)miyorum.. Sürekli kaybediyorum..

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

1  yorum

Bazen ben de düşünüyorum acaba eşcinel değilmiyim diye ;))

Yorum Gönder

Cancel Reply