İletişim Formu

 

Gelecekteki Sevgiliye Mektup ! ( Bölüm -2 )

Selam olsun Güneş'in altın çocuklarına,

Bir kaç gün önce yazdığım; "Gelecekteki Sevgiliye Mektup" isimli yazının devamını da yazalım artık. Aslında bilindiği gibi bu yazıyı zaten aynı gün hazırlamıştım; fakat çeşitli sebeplerle yazıyı ikiye bölmeyi uygun görmüştüm. Ertesi gün ikinci bölümü de hemen paylaşacaktım; fakat o gecenin etkisiyle şifayı bir güzel kaptım. O geceden beri de iyileşmeyi bekliyorum. Hoş halen geçmiş değil. Boğazım fena zorlanmış gibi arıyor. Biliyorum, biliyorum aklınızdan pis pis şeyler geçiriyorsunuz. Kınıyorum bundan dolayı hepinizi :D Hastalıktan dolayı ağrıyor lan boğazım.(: Bu arada, "Böyle bir aşk yok!", gibisinden veya "Hayal aleminde yaşıyorsun", gibi can sıkıcı veya boş eleştiriler lütfen yapmayın. Nasıl bir hayatı yaşadığımızın elbette ben de farkındayım. Sadece bu yazının güzel bir hayal olduğunu ve gerçekleşirse olabilecekleri anlatıyorum. Herneyse devam ediyoruz yazımıza.
...

Şarkımızın ne olacağını da düşündükten sonra klasik arkadaşlarıyla tanışma fasıllarına gelmiştim. Acaba başka eşcinsel arkadaşları olacak mıydı tanıştırmak isteyeceği? Belki de sessiz bir köşede kalmış eşcinsellerden olacaktı. Dışarda görüştüğü bir eşcinsel arkadaşı bile olmayacaktı. Bunu düşünmek zor değil. Yaklaşık 15 ay öncesine kadar ben de aynı böyle biriydim. Şimdi Allah'a şükür o kadar yalnız değilim. Ya tanıştırdığı arkadşalarının düşüncesi ne olacaktı? Severlerdi sanırım ya. Allah var yukarda şimdi, siz söyleyin, sevilmeyecek adam mıyım :p ?

Sonra dedim acaba ilk nerede ve nasıl öpüşeceğiz? Şimdi: "Aoohff güzel gidiyordun, işi niye cinselliğe getirdin", demeyin. O masum ilk öpücükten bahsediyorum ben. Belki burada, bunun sıradan olduğunu düşünenleriniz olabilir; fakat ben daha bir erkekle bırak öpüşmeyi, "sevgili" anlamında elini bile tutmuş değilim. Sonuç olarak hayal de benim hayalim olduğuna göre bunlar özel şeyler benim için. Eğer, "O kadar yiyişen varken nasıl bir iradedir sendeki bir kişiyle bile öpüşmemişsin?", diyorsanız da bu samimi diyorum hiç kolay bir şey değil. Zira kendini kaybedip insanın bir gay kafe bara gidip önüne gelen biriyle öpüşesi geliyor :D Siz şimdi şapşal şapşal tebessüm edin bunu okurken, anlamayın beni tabi. Olur da bir gün bir kafe de sizi aniden öpen biri olursa, kızmayın ona, sevin onu, sefkat gösterin :p O değil bazı günler livata istemediğimden mütevellit ciddi ciddi bari bir Kiss Body yapayım dediğim bile oldu. Ne olurdu ki yani? Bağlanma yok. Hesap sormak yok. Her sabah günaydın mesajı okumak veya yazmak yok. Sevgili tripleri yok. Öpüşüp öpüşüp geçicen kenara. "Ne kadar iffetsizsin!", diyorsunuz değil mi? 22 yıllık birikmişlik var oğlum kolay mı öyle? İşte geliyor insanın aklına bunlar. Neden yazıyorum bunları biliyor musun? Gelecek olan kişi ne kadar özlendiğini, ne kadar özel olduğunu anlasın diye. Belki onun için bir şey ifade bile etmeyebilir bunlar; ama önemli değil. Onu geç peki bu benim öpüşemediğimi anlamayacak mıydı? O dudaklar birbirine ilk kez deydikten sonra geriye çekilip gözler açıldığında, anladığını anladığımda şapşalca gülmeyecek miydi suratıma? Ben utanırken belki onun hoşuna bile gidecekti bu. Herkesten sakladığım kendimi ilk ona bırakmış olma fikrimi. O değil ya o da benim gibi kezban biri olursa? Artık o noktada profesyonel bir yardım almayı düşünüyorum :P :p :P Profesyonelleri görelim?? :p

İnsanların sevgili olmasının en çok imrendiğim yanı, birbirleri adına konuşabiliyor olmaları. Hani bir soru sorulduğunda: "Gökhan kabul eder bunu" veya "Tabiki de gelecek o da", gibi laflarla benim yerime konuşabilecek miydi? Bazı insanlar bundan rahatsızlık duyar. Fakat nedendir bilmiyorum bu benim aşırı imrendiğim bir şey. Bir de birbirlerini herkesten korumaları, savunmaları var. Birine laf edildiğinde diğerinin kapağı tıkaması gibi. Şakayla bile olsa ona laf dokundurulmasına dayanamaması. Çevremde var böyle arkadaşlarım. Hayır, eşcinsel değiller; fakat aşkın tarifi için eşcinsel veya olmamaları önemli değil. Nazarım değmesin diye yanlarında kaç kere "maşallah" dediğimin sayısını inanın ben unuttum. Bu arada ben çok kafamın dikine giden bir insanımdır. Doğru olduğuna inandığım bir konuda hararetli şekilde savunurum kendimi. Acaba yanlışsa savunduğum şey, en sevdiği öğrencisinin yanlış yaptığını bilen bir öğretmenin yaptığı gibi sıcak bir tebessümle aşkım öyle değil işte aslı böyle diyip açıklayabilecek miydi bana sabırlıca?

Bir de şu var; her ilişki de bir kişi daha fazla sever. Şimdi: "Yook öyle bir şey", demeyin. Mutlaka oluyor bu. Acaba o hangimiz olacaktık. Şimdi beylik laf edip: "Ben olacağım tabiki de", diyemeyeceğim. "Daha gelecekteki sevgilin gelmeden kendi kendine gol atıyorsun", demeyin abi. Zira bu açıklaymadığım, çok tuhaf bir durum. Tek söz verebileceğim; böylesine büyük bir şeyi yakaladığım gün, ondan fark edilecek kadar az asla sevmeyeceğimdir. Sanki bu Soner Arıca da şiirini bize göre yazmış. Paso dizelerinden alıntılara uygun düşüyor cümleler. Yoksa bu bilinç altımın bana oyunu mu, bilmiyorum. Hatırlayalım bir ne demişti:
Yanyana duran iki yıldızdık sana göre.
En parlak, en güzel olanı bendim.
Gökyüzündeki tek yıldızındım senin.
Fırtınalarda saklanıp korunduğun,
Liman olduğumu söylerdin.
Ömrünün sonuna kadar beni seveceğini,
Kalbini kalbime kelepçeleyip,
Anahtarını okyanusa attığını söylerdin.
Peki ya ayrı eve çıkana kadar bizde gelip kalır mıydı veya ben onlarda gidip kalır mıydım en birinci kankeyta ayağına? Geldiğinde zaten ablamı salona alırdık, O da benim odamda kalırdı. Yan yana uyuyamayacak bile olsak, en fazla 1 metre vardı yataklar arasında. Sırf onu izleyebilmek için uyumuş taklidi yapar, sabah da gerekirse sadece benim duyabileceğim şekilde alarm kurup ondan önce kalkardım. Salakça, değil mi ? Eheuhue, tabiki salakça. Zaten ne yalan söyliyeyim bunları her zaman da yapmazdım :D Sana söz ama, "gözlerini açtığında ilk gördüğünün gözlerim olduğu, uyurken seni izlediğimi ve tebessümle beklediğimi farkettiğin", çok fazla sabahın olacak. Belki seslice: "Günaydın Aşkım", diyerek sarılıp, öpemeyeceğim; ama o zaman sen de dudaklarımı okuma zahmetine girip, kısık sesle sana, bunu söylediğimi bileceksin.

Daha sonra: "Acaba?", dedim. "Sana ulaşana kadar başka kaç insanla daha bir şeyler yaşayacaktım?" Çünkü büyük ihtimalle bu yazıları yazdıktan sonraki süreçte, hemen karşıma çıkmayacaksın. Zira gerçek hayat bu kadar hayali kaldıramaz bile. O yüzden senden başkaları bu yazıdan önce oldu, yine olacak. Burada sorulması gereken sadece sen hangisinden sonra geleceksin? "Ne zaman geleceğinin ne önemi var?", demeyin abi şimdi bana. Çünkü ben her tanıştığımı O'na benzetip, hayal kırıklığına uğradıkça, biraz daha soğuyorum yeni biriyle başlamaya. Hani çok güzel bir söz varya ; 
İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha kimse için acele etmez...
O hesap benimkisi de. Hani, belki öyle insanlarla tanışırım ve beni öylesine değiştirirler ki sen geldiğinde bunu fark edemeyebilirim bile. Zaten en büyük korkum da budur, bu hayatta. Bu kadar beklerken, ya bir de ıskalarsam seni? Hele bir de "Ya çoktan ıskalamışsam?", sorusu geliyor aklıma ki o ihtimale girmek bile tüm yaşama sevincimi alıyor. Daha yaşanacak çok fazla günüm olduğunu düşünüğüm için, onları yaşamadan karamsarlığa kapılmamalıyım. Sen geleceksin ve ben burada olacağım...

Tam da bunları düşündüğüm sırada Gabile radyosu yine slow çalmaya başladı. Yine o ağır ve gereksiz tüm kötü fikirler dolaşmaya başladı kafamda. Zaten başım ve gözlerim ağrıyordu. Sanki biraz olsun bunları unutmuşken birden yeniden migren moduna giriyordum. Akabinde tabi yine düşüncelerim de değişti. Dedim : "Ya biz de ayrılırsak? Tüm bu güzel hayallere rağmen gerçekleştirsek bile ya ayrılırsak?" Ya sen ya da ben saçma bir sıkıntımızı yine saçma bir şekilde gurur yaparsak ne olacaktı? "Yapmayız!", diyemiyorum. Sana "asla kavga etmeden geçecek günlerin" olacağı sözünü de vermiyorum. Zaten etmeliyiz de. Klasik olacak; ama nasıl ki bak ben bunları yazarken baş ve göz ağrıları çekerken, bundan bir önceki gece gayet sağlıklı bir şekilde  yaşadığımı fark etmemişsem, arada kavgalarımız da olmalıydı ki, elimizden kayıp gitme tehlikesini bile hissettiğimizde birbirimize daha sıkı bağlanalım. Olur da öyle karanlık bir gün gelirse; her ne yapmış olursam olayım, her ne söylemiş olursam olayım, hepsinin özürünü şimdi burada diliyorum. Hiç biri daha yaşanmamışken... Hani olur da "hayır o özür dilemeden ben barışmam", diye gurur yapma diye. Bugünden söylüyorum ben. Belki o an sinir veya çok farklı pis ve karanlık hisler içinde önümü göremeyebilirim ve o an için senden özür dilemeyi red edebilirim. Fakat o gün geldiğinde aklına hep bu satırlar gelsin. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim..." Eea artık bu kadar özür üstüne sen de üsteleme ama. Unutma hem, "fazla gurur döner göte vurur" :D Sonra bu kadar güzel şeyi kaybederiz. Bir ayrılık varsa bunun kazanını da olmaz ayrıca. Belki ben 3 üzülürken sen 5 veya sen 5 üzülürken ben 3 üzülürüm. Belki de öyle bir aşk olur ki bu ikimizde eşit miktar üzülürüz. Fakat ne önemi var? Gelecekte bir daha sen olmadıktan sonra 3 ün 5 in. Soner Arıca'nın şiirinin son bölümünü de alıntılıyorum tam burada:
Yaşıyor ama uzaktaysak birbirimizden,
Bil ki seni hiç unutmadım.
Ölüm değilse bizi ayıran,
Yazık olmuş, hata yapmışız...
Eğer ölümse bu ayrılığın sebebi,
ve bensem önce giden bu alemden,
Kederlenme çok...
Tıpkı benden istediğin gibi;
Kendine sahip çık.
Bensem kalan geride,
Zaten sen hep göreceksin;
Ben kimseyi ama kimseyi seni sevdiğim gibi sevemem ki...
Sen bana: "Aşkım", dedin, bizi kirletemem ki...
Yavaştan artık bitiriyorum. Sen bir gün geleceksin ve ben burada olacağım. Tam şuanda, bu yazıyı yazarken tarih 26 Kasım 2012, saat 00:34. Kim bilir şuanda kimlerle, nerede eğleniyorsun? Belki de çoktan uyudun bile. Hatta belki de hastasın, benim gibi. Ben yokken yanında, hasta bile olma. Gelecekteki Annem'in  sana iyi bakamayacağından değil, bakar da zaten. Bu yaşa kadar getirdi bile seni, ben olmadan. Yine de benim sevgim yerine geçmez onunki, keza benimki de onunki yerine... Kaç türlü başında sıkıntı var veya ne kadar rahat bir hayatı yaşıyorsun. Aslında tüm bunlardan ziyade beni tek rahatsız eden düşünce ise şuanda aklında ve kalbinde bir başkasının olması fikri. Hayır, kızmıyorum. Tabiki benden öncelerin olacak, senden öncelerim olduğu ve olacağı gibi. Sadece nasıl söylenir ki bu, insan dayanamıyor yine de bu fikre... 

Bu arada şunu da bil. Bu kadar özel bir yazıyı eğer şuanda elinde okuyorsan, "O" kişi olduğuna inandığım için okuyorsun. Zira bunu blogumda yazsam dahi bunu bir gün kendi el yazımla, belki biraz eski bir kağıtta ve gerçekten özel bir yerde sadece tek bir kişi okuyacak. Hatta belki sen bunu blogdan hiç okumuş bile olmayacaksın. Daha da güzel ve anlamlı olacak o zaman işte...

Bir gece daha güzel uyu... Bir yarına daha benim farkımda bile olmadan uyan. Ben buna üzülmüyorumki. Çünkü biliyorum; her doğan güneş, seni biraz daha yaklaştırıyor bana, çocukca seviniyorum... Şimdi bu yazıları okurken sen, ben biraz utangaç, biraz mağrur; gözlerinin yazıyı bitirip de bana çevrileceği anı bekliyorum. "Hayır !!", "Şimdi değil, şimdi değil, bitirince bak. Daha söyleyeceklerim var..." İşte o an şunu bileceksin. Tanrı'nın sürekli bahsettiği "Cennet" sadece bir yer değildi, öldüğünde vaadedilen. Milyon tane insan içinden, sadece sendin Cenneti sembol eden... Hani olur da: "Bugüne kadar neredeydin?", diye sormak istersen son cümleleri okurken bana, "Sorma..." Zira ben hep buradaydım... Seni düşünüyor, sana yazıyordum... Bir sendin bu kadar zaman gelmeyen... Ama şimdi geldin, artık sadece "Benimsin",  vaadedilmiş tek "Cennetimsin..."

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown
Selam olsun hayatın en güzel çocuklarına,

Dün gece baş ve göz ağrıları eşliğinde erkenden yatmayı düşünüyordum. Facebook, tumblr, blogger, planetromeo  felan - evet, amma da sekme varmış açık olan - hepsini tek tek kapadım. Tam gabile radyoyu da kapatıyordum ki sevdiğim, çok güzel bir slow parça koydular. Yalnız, ben slow dinlemeyi sevmem. Zira dinleyince çabuk havam bozulur mala bağlarım. Zaten başım ağrıyor : "Koy götüne gitsin !", dedim. Uzattım ayaklarımı bilgisayar masasına, yatırdım sallanan koltuğumu, aldım klavyemi kucağıma ve kapadım gözlerimi; işte keyif bu! Keyif güzel; ama başımın ve gözümün ağrısı yüzünden: "bitsin de yatayım bir an önce", diye geçiriyorum bir yandan içimden. Tam şarkı bitti, kapatıcam. Birden Soner Arıca'nın on numara bi' şiirini okumaya başladılar. Zaman zaman - parçalar halinde - alıntılayacağım yazının içerisinde size bu şiiri.
Yaşıyor ama uzaktaysam senden,
Bil ki seni hiç unutmadım.
Ölüm değilse bizi ayıran,
Yazık olmuş, hata yapmışız...
Senden ya da benden ne fark eder?
Şeytana uymuş, aşkı yakmışız...
Bu dizelerle girdi işte şiire. Gel de bitirmeden bunu uyu şimdi. Dedim: "battı balık yan gider!" Başımdaki ve gözlerimdeki ağrıya rağmen devam ettim dinlemeye. Gözler de kapalı ya. Slow üstüne şiir tabi ben mala bağladım bile. Tüm yaşadıklarım film şeridi gibi çoktan gözümün önünde belirmeye başladı bile. Migren gibi dinmeyen o ağrının üstüne bir de ruh halim yalan oldu. Ne kadar güzel! Hea ağlamadım ama. Zaten ağlayamıyorum kolay kolay; ama yine lanet ettim tüm yaşanabilecekken yaşanamayanlara. Üstelik tek defa değil. Defalarca dibime gelip de tekmelediğim fırsatlara. Belki aşk için fazla korkaktım. Belki bazen - daha da mala bağladığım zamanlarda - düşündüğüm gibi belki de aşka lanetlenenlerdendim. Bu şekilde, gecenin bir vakti kendimi mala bağlarken neden sonra ilk okul sonları, lise başları günlerim geldi aklıma. İlk heteroya aşık olduğum yıllar. Ben çok fena hayalperesttim. Öyle böyle değil. Zaten o yaşta başka ne yapacaktım ki. Bilgisayarım yeni alınmıştı. Çoğu kişinin evinde interneti bile yoktu. Cep telefonu mevzunu anlatmak bile istemiyorum :D :D Yani boş zamanlarımızda dışarıda değilsek ya televizyon izler, ya aptalca hayallere dalardık. 

Neyse işte hatırladım ki ben epeydir hayal bile kurmuyordum! Hayalini kurup da gerçekleştiremediğim her şey için diğer insanlar gibi ben de "öncesinde hayal kurmuş olmayı" suçlamıştım. Git gide hayal kurmaktan korkmuştum. "Lan aynı ben, ben de artık hayal kurunca gerçekleşmeyecek diye hayal kurmaktan korkuyorum.", diyorsunuz değil mi? Ne ara bu hale gelmiştik biz? Ne ara hayalleri arkada bırakır olmuştuk? Ben hep :"Hayalleri kadar yaşar insanlar", derken hayallerimi çoktan dipsiz bir kuyuda karanlığa terk etmiştim bile. Tüm bunları düşünürken gözlerim halen kapalı. Uzanıyorum halen sallanan sandalyeyi geriye yatırmış. Uyumayı felan geçtim zaten artık. Tam o sırada gabiledeki Dj arkadaş nasıl akıl ettiyse hareketli şarkılar çalmaya başladı. İkizler olduğum için tekrar şükrettim kendi kendime. Bu kadar kolay ruh hali değiştirmek, bazen lanetmiş gibi hissettirse de bazen de böyle hayat da kurtarabiliyor, diye düşündüm. Sonra salakça bir tebessüm ettim ve dedim ki kendi kendime: "Madem hayal kurmayı bu kadar seven bu çocuk onu dipsiz bir kuyuda karanlığa terk etmişti, onu çıkarmak lazım." Hayal kurulabilecek çok güzel bir ortam bile kendiliğinden oluşmuştu zaten. Ayaklar uzanmış, geriye yaslanılmış, hareketli ve sevdiğim parçalar ardarda çalıyor ve üstelik oda karanlık ve beni rahatsız eden yarına kalmış herhangi bir işim yok.

"Ne hakkında hayal kursam ki?", diye düşünürken bir anda aklıma gelecekteki gerçekten aşkı yakalayacağım insan geldi aklıma. Forever alone'uz ya, hatta bu durumu bile seviyoruz ya! Gelecekteki çocuk hakkında çok fazla düşünmüyorum bile. Hayatın gerçeği ama bu. Bir kaç yıl içinde bile kim bilir kaç kişiyle bir şeyler yaşanacaktı. "Tamam", dedim konu bulundu. "Şimdi", dedim "kafamda bir resmetmeye çalışayım onu." Nasıl görünecekti acaba? Şarısın mı, esmer miydi ? Yoksa kumral mı olacaktı? Sonra : "Ben hangisini isterdim ki acaba?", diye düşünmeye başladım. En'lerim olmadığı geldi aklıma yine. Hiç düşünmemiştim her şey de olduğu gibi bunda da hangisini daha çok sevdiğimi. "Fark etmez", dedim o yüzden.

Sonra dedim : "Acaba nerede tanışacağız ?" Facebook profilimi görerek mi ? Bloggerda bir yazımı okuyarak mı ? Tumblr da bir resmim dikkatini çektiğinde mi ? Ya da attığım bir tweet yüzünden mi tanışmak isteyecekti? Olmadı bunun gabilesi var, planet romeosu var. Biliyorum, biliyorum. "Vay maaşallah!", diyorsunuz. Üye olmadığın site kalmamış! Aynen öyle kalmamış vallaha. Amaç muhabbet; amaç yeni insanlar, yeni dünyalar aslında sadece; ama belli mi olur belki de aşk da buralardan gelecekti. Belki de Chaplin'de, Morkedi'de en olmadı Chanti'de görecektik birbrimizi. Belki bir eşcinsel arkadaşımın bir davetinde karşılacaktık belli mi olur ? Otobüste kısa bakışmalarla süren, belki kısa süreli o meşhur yolculuk aşklarından biri olacaktı. O bana bakacaktı ben ona bakacaktım. Sonra durağım gelip inmem gerektiğinde belki ilk defa biri cesaret edip peşimden inip tanışmak isteyecekti. Ya da belki okuldan veya çevremden yeni biriyle tanışacaktım. Ne kadar saçma ve çocukca değil mi tüm bunlar ? Hayal kuruyoruz mkyım ya! Mantığın işi ne? Tabii ki saçma olacak, sınırı olmayacak bunun.

Sonra dedim : "acaba bana nasıl seslenecek?" Özel bir kelime mi kullanacak yoksa herkes gibi kısaca aşk mı diyecek ? Tam o sırada radyoda dinlediğim Soner Arıca'nın şiirinin devamı geldi aklıma : 
Adımı söylemezdin bana seslenirken,
"Aşk", derdin..." Aşkım", derdin.
Her "Aşk" dediğinde,
Beni kendine daha fazla aşık ederdin.
Buluştuğumuz anları hatırlıyorum.
Güller açardı gönlümde sen gelirken,
Üç beş saat bile ayrılsak,
Yapraklarım dökülürdü sen giderken.
Peki ya sen bana ne diyecektin? Ben sana ne diyecektim? Daha önce kimseye söylemediğim, geçmişimde yaşadıklarıma kullanmadığım bir şey olamalıydı bu. Zira özeldin sen. Geçmişimdeki kimse alınmasın bu sözlerime. Onlar da özeldi geçmişimde. Halen de güzel birer geçmişler benim benliğimde. Zira hiç birinin arkasından kötü konuşmam. Çünkü kötü değillerdi. Hiçbir zaman bana: "Ben bunu mu sevmişim?", dedirtmediler, saolsunlar. O yüzden onlar da özeldi. Fakat geçmiş zaman eki gibi geçmiştelerdi. Daha özeldi artık gelecek olan. Farklı olmalıydı geçmişimden ki geleceği de farklı olabilsin diğerlerinden...


"Peki ya bizim şarkımız ne olacaktı?", diye geldi aklıma. Her duyduğumuzda içimizi ısıtıcak. Uzakta kaldığımız zamanlarda bizi birbrimize bağlayacak olan? Belki benim sevmediğim bir türde bile olabilirdi bu. Zira insanların sırf sevdiği kişi için aşık olduğu şarkıları olabiliyordu. Belki de öyle olacaktı. Ya da zaten müzik zevkimiz bile ortak olacaktı. Daha O: "Şu olsun mu?", diyecekken cümlesinin sonunu ben tamamlayacaktım belki. Belki de tanıştığımızda arkada çalan bir şarkı olacaktı bu. Böylece daha da fazla özelimiz olacaktı bu şarkı, kim bilir? Sonra yine Soner Arıca'nın şiirinin devamı geldi aklıma : 
Bazı şarkılar vardı birlikte sevdiğimiz;
Senin bana, benim sana söylediğim.
Onlardan birini ya da benzerini duysan,
Beni anımsar, gülümserdin.
Ben mi ? Ben hiç unutmayacağım ki...
Okyanusa attığın anahtarı biri bulur da,
Bizi bizden çözer diye, daha iyisini yaptım !
Seni kalbime kazıdım. her atışında hatırlamak için.

Bu gece burada kesip kalan kısmını yarın yazacağım. Yoksa hem siz okumayackasınız, hem ablam yakalayacak birazdan beni, uyumaya yanıma geldiğinde.

Yıldızınız bol, en karanlık geceler sizin olsun. 


Yazının Devamını 2. Bölüm'de Bulabilirsiniz...
 Gelecekteki Sevgiliye Mektup ( Bölüm -2)'ye Gitmek İçin Tıklayın

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

Tanrı'ya Bir Soru Sorabilir miyim ?


Eğer yazının başından ateist bir gencin sıkıntılı veya dolambaçlı sorularını okuyacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Belki bu hoşunuza gidecektir veya gitmeyecektir; ama ben de inananlardanım, çok şükür! Ben iki türlü inanan olduğuna inanıyorum. Aslında şimdi düşünüce iki tür olabileceğine inandım. Yani daha önceleri yoktu böyle bir düşüncem. Neyse ilk grup "soramadan inananlar." Sorgulamadan yaşayanlar. Zira din dogmatiktir, değil mi zaten ? Kuralları kesin olan, yoruma açık olmayandır. Bir bakıma güzel olanı da budur. Tabir ne kadar doğru olur bilmiyorum ; ama anlamanız için şöyle bir benzetme yapacağım bir şablon niteliğindedir, hayat için bunlar. Ancak ne yalan söyleyeyim, ben pek de bu tür inanabilen insanlardan değilim. Bunda kesinlikle yanlış dediğim veya eleştirdiğim bir şey yok. Hatta kimine göre dini sorgulamak, küfre bile girmekte. Belki olduğum kişi yüzünden kafam karışık, bilemiyorum. Fakat bunu söylediğim için olduğum kişiden nefret ettiğimi veya istemediğimi düşünmeyin ya da yazacaklarım ve soracaklarım için üzgün veya depresif bir halde olduğumu sanmayın. Şuanda olabildiğim en ciddi ruh halimdeyim ve tamamen samimi bir şekilde yazıyorum söylemek istediklerimi. Samimi olarak şunu söyleyebilirim ki "iyiki Gay'im." Bu benim zenginliğim, bu benim en güzel noktam ve merak ediyorsanız ; evet dünyaya tekrar gelebilsem yine "Gay" olmayı isterdim şuanda. Dışarıdaki, İstanbul'un 11 milyonluk kalabalığı arasındaki en büyük farklarımdan biri bu. İşte belki bu yüzden biraz daha sorgulayarak; ama - haşa - isyan veya yok sayma olmadan soru sormayı seviyorum. Tabiri caizse, ben babasının tüm laflarını sesini dahi çıkaramadan dinleyen değil, biraz da onunla konuşarak dinlemeyi seven bir insanım. 

Neden insanlar Tanrı'ya soru soramazlar ki ? Neden bu bir sorun olsun ki ? Neden soru sormak Tanrı'ya inanmamayı gerektirsin ki ? İnanan olduğuma göre kabul ediyorum ki; "Allah doğunun ve batının, yerin ve gökyüzünün arasında kalan en ufağından en büyüğüne herşeyin yaratıcısı ve sahibi. Hamd olsun ki ona geldik ve ona döneceğiz." Evet doğru, buna inanıyorum. Peki böylesine harika bir şeyi yaratabilme gücüne sahip olan bir Yaratıcının yarattığı dünyayı ve koyduğu kuralları algılama konusunda sıkıntılarım olduğunda,  insanlar neden soru sormamın kötü olduğunu düşünürler ki? Allah: "herşeyi insanoğlu için yarattım", diyip bize olan sevgisini gösterirken, neden biz, biraz olsun samimiyetle Allah'a yakınlaşarak soru sormaya korkarız ? Allah bana soru sormayın mı demiştir ki ? Ya da gerçekten böyle bir gerçek var da benim cahilliğim mi bu ? Bilmeden bir günah mı işliyorum ki sorarak ? Herneyse, dediğim gibi ben ikinci grup içerisindeyim ve bu akşam olduğum kişiyi ne kadar sevsem de gerçekten sormak istediklerim var ;
  • Aşk'ın hiç bir türlüsünün günah olduğunu düşünmeyen biri olsam da; yine de diğer insanların dediği doğruysa ve gerçekten eşcinsel aşk günahsa, Allah insan ırkını Kadın ve Erkek diye ikiye ayırdığında böylesi harika bir duyguyu hemcinslerimiz için de hissedebileceğimizi düşünmemiş midir ki ?
  • Yani elimi önümdeki masaya koyarak, suç işlemiş ve kabul etmiş bir çocuğun babası karşısında kafasını kaldıramadan ; ancak tüm samimiyetiyle konuşması gibi, neydi ki hemcinsime de bu harika duyguyu hissetmenin kötü - günah - yanı ?
  • Bir kadının dudağının, dudaklarıma değmesinin yerine bir erkeğin dudağının sıcaklığını hissetmenin yanlış olan noktası neydi ki ? Yani bu kime zarar verebilirdi ki ? 
  • Karşımdaki de beni aynı tutkuyla istedikten sonra sırf "nikahlanamıyoruz" diye beraber olmamızın zararı neydi ki ? Üstelik nikah yolu vardı da biz mi bu yolu seçmeden birliktelik kurmaya çalışıyorduk ki ? Bu neden bizim suçumuz sayılmıştı ki ?
  • Eğer ki biz beraber olsaydık, tüm insanlar eşcinsel mi olacaktı ki ? Yani insanoğlunun çoğalması mı engellenecekti? Zaten kaç milyar insan değil miyiz ki ? İçlerinden bir kaç milyonu da çoğalmasaydı neslimiz mi tükenirdi ki? Bu dünyayı bu kadar sayıyla bile yeterince sömürmüşken, kârlı bir durum bile olmaz mıydı ki ?
  • Ben içimde sadece hemcinsime olan bir aşkı büyütebiliyorken, bunu inkar edip bir kızın elinden tutup onunla bir hayat kursam, belki çocuklarım olsa - ki belki değil, sonuçta çocuk yapmaktan uzak değilim - taktığım maskeyle bu hayatta ömür boyu sürecek bir cehennemi yaşayarak, diğer tarafta ki cenneti mi kazanacaktım ki ? Kıyasa girersek tabii ki bu büyük kazanç olurdu, buna da lafım yok; ama buradan şu soruya geçmek istiyorum ; böyle bir cehennemden sonra cenneti kazanacaksam orada, herkese vaad edilen "güzel eşler" bende hemcinsim olmayacaksa cennetin gerçekten anlamı neydi ? Yok erkek olacaksa da buradaki cehennemin gerçek sebebi neydi ? O tarafa geçtiğimde tüm fikirlerim değişecekse Allah'ım tarafından ve karşı cinsime ilgi duyabileceksem - ki bundan uzak değil Allah ; "şüphesiz o herşeye hakkıyla gücü yetendir" - buradaki ömürlük azap için gerçekten çok fena şeyler yapmış olmam gerekmez miydi ? 
  • Benim okuduğum ve bildiğim tüm büyük günahlar hatta küçükleri bile, doğrudan insan nefsini hedef alan, kendimizi terbiye ederek ve tevbe ederek uzak durabildiğimiz şeylerdi. Üstelik hepsinde bariz şekilde görünen zararlar vardı, ya kendine ya da çevrene verdiğin. Neyse yani insan gerçekten, hırsızlık yapmaktan uzak durmak isterse, durabilirdi. Yalan söylememeyi gerçekten isterse, söylemezdi. Allah'a şirk koşmak istemezse, koşmazdı. Birini öldürmeyi, ondan ne kadar fazla nefret etse bile istemezse, kendisine hakim olabilirdi. Şimdi ben burada neyi yanlış yaptığımı sormayı istiyorum Allah'ıma. Zira Allah'ım biliyor ; olduğum kişiyi kabullenmeden önce bitmek bilmeyen gecelerim oldu, gözlerim acıyana kadar ağlayarak geçen. Bu buraya yazıldığı kadar kolay gelmesin şuanda okurken sana. İnsan sadece ailesinden birini kaybettiği zamanlarda veya büyük felaketlerle karşılaştığında gözleri acıyana kadar ağlar. Sıradan göz yaşları değildi yani. Neyse işte bu kadar ağlayıp uzak durmak istediğim, hatta kendimden ve tüm böyle olan insanlardan nefret etmişken, hatta işi bazı psikolog ve din adamlarının dediği gibi ileriye götürüp kız arkadaşım olmasını bile sağlamışken, birden fazla kez kız arkadaşlarıyla olmaya çalışmış ve olmamışsam, üstelik bu sefer bunu başaramadığım için kendimden de nefret etmeye başlamışsam, dünya üzerindeki cehennemin 7. katını yaşamışken o zamanlar, şimdi tüm samimiyetimle sormak istiyorum ; halen aynı şeyleri hissediyorsam bunun benim nefsim üzerindeki hakimiyetle alakası nedir ? Yani bu bir hakimiyet sorunuysa, bunu ben gerçekten -  gerçekten çözemiyorsam, o kadar değişmek için dua bile ettiysem, üstelik hemcinsime aşık olmamın kimseye en ufak bir zararı dahi olmamışsa, neydi burada işlediğim günah ?
  • Ben hâlen, kimine göre beni lanetleyen, kimine göre beni sonsuz cehenneme atacak olan, kimine göre öldürülmemi isteyen, kimine göre beni hastalığın dibi olarak gören bir yaratıcıya ; Allah'ıma Tapıyor ve ona şirk koşmuyorsam, tüm bu söylenenlere rağmen yüreğimin her noktasında imanım sürüyorsa, halen Allah'a bu kadar bağlıyken aynı anda bir erkeğe aşık olabiliyorsam yanlış olan nedir burada ?

"Şüphesiz ki her şeyin doğrusunu Allah bilir, içimizde sakladıklarımızı da dışarı vurduklarımızı da." Bunu söyleyip de çoğu kişi soru sormaktan korkuyor. Allah içimizde sakladıklarımız da, dışa vurduklarımızı da bilendir. Benim burada yazdıklarım, sadece hataları olan/olabilecek bir kulun kalbinden geçirdikleridir. İçinde taşımasının ağır gelmesidir. İçinde tutmasının gereksiz olduğuna inanmasıdır. Ben söylenenlere inanmıyorum. "İnandığın ne o halde", diyorsan, "Allah'ın bağışlayan, tüm kötülüklerden uzak ve kusursuz olduğuna" inanıyorum ve aşkın hiç bir zaman - kendin dahil kimseye zarar vermediği sürece - günah olmadığına, olamayacağına inanıyorum - kime aşık olduğunun önemi olmadan. -

İnansanız da inanmasanız da soru sormaktan korkmayın. Tabii inanıyorsanız, şirke varmadan (: Hele ki inananlardansanız sizi Yaradan'la konuşmaktan asla vazgeçmeyin. Size tüm söylenen kötü şeyleri bir kenara bırakın. Tamamen yok sayın diyemem, yanlış söylemekten korkarak. Fakat doğrularsa bile; Yaratıcı'nıza yüz çevirmek yerine, siz Allah'ınıza el açın. Kalbinizin en derin yerinde O'nunla konuşmaya devam edin. Cevap almadığınızı sansanız da "O her zaman duyandır, görendir." Allah her zaman yanımızda olsun. İnansanız da inanmasanız da sadece; Sevin, Sevin, Sevin ve bir daha Korkularınız olmadan Sevin !

Belki canınızı acıtacak; ama çok hoşuma giden - bilinenin aksine Küçük İskender'in değil, İbrahim Afşin isimli şairin"Agnostik Sevdam" isimli şiirine ait olduğu söylenen - bir kıtâyı sizlere gönderiyorum ;
Biliyorsun değil mi ?
Seni benden sormayacaklar,
Nikah düşmeyecek ikimize.
Zina sayılacak, aklıma her düşüşün...
Tenlerimiz helâlleşmişti oysa,
Tanrı erkeği seven bir erkeği yarattığı gün.
ve en sevdiğim duamla bitiriyorum ;

Allah'ım benden vazgeçme, bizden vazgeçme...

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

Neresinden başlasan, neresinden tutsan, kime ne kadarını anlatsan bilinemeyecek bir gün.
Çok az gün vardır dünyayı sarsacak kadar değerli olan,
Çok az insan vardır dünyayı müthiş bir şekilde etkileyen.
Hangi sözlerle onu yüceltebilirim ki ?
Hangi sözler onu tanımlamaya yeter ki ?
Hangi sözler böyle bir aşka, böyle bir hüzne yetişebilir ki ?
Bir çocuğun babasını kaybedişinde duyduğu o acıyı, 70 milyon'un aynı anda hissedişini nasıl anlatabilirim ki?

Simit satan çocuğun O saatte elini başına götürüp selam'a durduğu; işine gitmekte olan koca koca adamların başka hiç bir şeyi umursamadan arabalarını durdurup öylece hüzünle dikilmesini; sırf o anı yaşayabilmek, onu bir kez daha yolcu edebilmek için her yıl aynı saatte gerekirse alarm kurup kalkıp, kalbindeki sızıyı yeniden hissetmek; koca bir ulusun, ulusu geç koca bir dünyanın ölümünden 74 yıl sonra, hiç eksilmeyen bir sevgiyle yeniden yeniden sahiplenmesi; sanki her sene yeniden ölüyormuşcasına kalplerinin taa en derinlerinde aynı sızıyı hissetmeleri; halen en büyük saygıyı kendisinden nefret edenlerde dahi uyandırabilmeyi; gözlerini kapadığında aynı anda artık 70 milyonla gözünü açıp bakabilmesini; her düşüncesi, her yaptığının altında müthiş bir bilgelik taşıması; aynı anda öğretmen, komutan, çevreci, müzisyen, sporcu... ve sayamayacağınız kadar çok şey olabilen; akla hayale sığmayacak işleri kısacık bir ömüre sığdırabilen kaç tane insan vardır, YAŞAMIŞ OLUP DA HALEN ÖLMEYEN

Söyleyecek o kadar söz var ki, o kadar doluyum ki her 10 Kasım'da; o kadar mahçup, o kadar hüzünlüyüm ki ve o kadar kederliyim ki Sen'inle aynı zaman içerisinde yaşamadığım için. Sen benimsin, Sen bizimsin, Sen koca bir ulusun Ta Kendisisin.

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, Sen benimsin, milletiminsin ancak. 

Bedenlerin yok olmasıyla insanlar ölmez, ruhu halen bizimleyken. Ellerimiz gökyüzünde, dilimizde Fatiha'lar, Ruh'un Şad Olsun Ey Masmavi Gözlü'm, Karizmatik, Kocaman yürekli en güzel insan



Sevseniz de, sevemeseniz bile azıcık yaşadığınız topraklara saygınız var ise, aşağıdaki 4 videoyu zaman ayırında izleyin. Ben belki anlatamadım, dilim dönmedi o kadar. Sadece şu 4 videoyu izleyin de nasıl bir kaybımız olduğunu bir kez daha anlayın.










Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

Misk Kokusu

Cehennem dediğini tek "ateş" mi sanırsın ?
Yoksa Cennet'i tek ölünce mi tadacaksın ?
Ah bir sarılıp, koklayabilsem tekrar Sen'i,
Tek "Misk" kokusunu Cennet'te mi ararsın?

*Sahipli

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown
Saf'lığa, Sadeliğe, Dürüstlüğe ve Beyazlığa Adanmış Aşklara ve Onla eş Yalnızlıklara Selam Olsun.


Saat olmuş 23.45 ben bu satırları yazarken. Aslında amacım yine bir blog güncellemesi yapmak değil, facebook'da değişik bir iyi geceler mesajı yayınlamaktı. Nedense böyle süper gereksiz bir ilgim var, farklı bir iyi geceler mesajı yazmak noktasında. Ağır işsizim ya bu aralar, ondan olsa gerek. Ne ders, ne projeler hatta ne Bitirme Projesi ! Hiçbirine zaman ayırmıyorum. "Şu sıralar yaptığım tek güzel şey bile yoksa soluduğun oksijeni bile ziyan ediyorsun mk !", diyorsanız tek söyleyebileceğim - tesselli tadındaki - savunma, kitap okumaya başlamış olmamdır. Ciddi anlamda uzun zamandır imrendiğim bir şeyi yapıyorum. En büyük sıkıntılarımdan birinin - kitap okuyamama derdimin - üstüne gidiyorum. İlkini çoktan, ikinci kitabımın ise yarısını bile bitirmiş bulunuyorum. Zorum neyse bir de orjinal alıyorum kitapları. Göte kaçıyor her hafta 20 tl 20 tl. Ablamlar bilse : "Açın kabadayısı", diyip kafa yaparlar benimle (:

Neyse gecenin bu vakti neydi facebook'da durum güncellemesi yapayım derken, dozajı kaçırıp yine bir yazıya dönüşen mevzu, ona gelelim. Mevzu selamlamdaki erdemlerle alakalı olarak aşka ve yalnızlığa yaklaşmak. "Gece gece nerden çıktı bu mk ! Yat da uyusana, yarın dersin var", diyenler varsa hak veriyor ve onlara ufaktan bir "sss.ktir" çekiyorum. Ha bir de öyle nokta koyunca çok kuul oluyorum. Ahlaklı oluyorum. Evet, çok... Ah şu toplumun genel ahlak yargıları! 

Neyse yeter bu kadar saçmalama dedikten sonra bana : "neden artık duygusal ilişki aramadığımı soranlara, ara ara gelen teklifleri neden istediğime" geliyorum. Şimdi ego tatmini yapıyorum sanıyordur bazı okuyanlar. "Yok işte, sana kim baksın ki mk?", diyenlerinizi de duydum kafanızdan geçirirken. "Her topalın, bir kör alıcısı varmış ki bize de yazanlar var", diyip, "Sen kendi derdine yan aslanım", diyerek kapağı sıkıştırıp neden artık duygusal bir ilişki aramadığımı, istemediğimi yazıyorum.

Paso soruluyor bana, neden ilişki yapmak istemiyorsun artık diye, alın okuyun. Bunlar çok samimi ve ikizler burcu olduğumdan mütevellit belki yarım saat sonra bile çoğunu değiştirebileceğim veya önemsemeyeceğim itiraflar. Yani evet, istemiyorum; ama siz yine de ciddi ciddi bir ilişki düşünüyorsanız, istiyorsanız ve henüz söylemediyseniz bana, bir "selam" verip söyleyebilrisiniz. Ehuehuehue  Selam Yakışıklılar ! (: Evet geçiyoruz neden istemediğime.

Ben daha yarın iki saatlik dersim için okula kaçta gideceğimi bilmiyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler 15 yıl sonrasını planlamaya çalışıyor.

Ben samimi diyorum iki gün önceki kahvaltımı hatırlayamıyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler otun bokun kaydını tutup, hesap sormaya çalışıyor.

İki heteronun birlikte yaşaması için evlilik diye bir şey icat edilmesini daha anlayamıyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler yıllar sonra ayrı eve çıkacağımızı söyleyip duvar renginden bahsediyorlar.

Ben hava soğuk bile olsa short - t shirt ikilisiyle markete gidecekken, annem uyarmasa kendimin bile üşeyeceğimi umursamıyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler : "bugün yağmur yağacak şemsiyeni unutma", diyecek kadar onları umursamamı bekliyor.

Her haftanın en az 2-3 gününde pek çok arkadaşım, onlara zaman ayırmadığım için bana kızarken; sevdiğim diyeceğim kişiler tek bir kişiye ayırlacak onlarca zamanımı istiyorlar.

Ben ailemin dahi bana "onu yapma", demesine izin vermezken; sevdiğim diyeceğim kişiler iki lafıyla düşüncelerimi değiştirmemi istiyorlar.

Ben annemi babami bile hergün düşünemiyorken, hergün özleyemiyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler gün içerisindeki her an'da aklımda olmalarını istiyorlar.

Ben "kötüyüm, neredesin?", dediğimde, "sen neredesin?", diyen arkadaşlarım varken; sevdiğim diyeceğim kişiler aramızda onlarca şehir var nasıl geleceğim demeyi isityorlar. Ha bi de sürekli "mesafeyı bahane etme", diyorlar. Nasıl etmiyim mkyım? Al yukarıdaki kadar basit durum. 

Ben kendi özel giderlerime ve arkadaşlarımla eğlenmeye parayı zor denkleştiriyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler özel hediyeler, türlü eğlenceler istiyor.

Ben finallerime bile sınavdan önceki 2-3 saatte çalışarak giriyorken, onca soruyu 2-3 saatten fazla düşünmeyi sevmiyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler her sıkınıtısında peşinden koşmamı bekliyor.

Ben ergenliğin başından beri mastürbasyona alışmış biriyken, bunla yetinebiliyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler her an cinsel yakınlık kurmamı istiyorlar.

En önemlisi, ben bugün elde etmek için afedersiniz götümü yırtacağım bir şeyi yarın çöpe - üstelik basket yaparak - atabiliyorken; sevdiğim diyeceğim kişiler ölene kadar onları sevmemi bekliyor.

Yani ; evet tuhafım, dengesizim, belki yeterince büyüyemedim, belki sorumluluk sahibi değilim, belki  korkularım var, belki yetersizim, belki pek çok daha kötü şeyim. Fakat en azından şunu biliyorum ; ne cinsel güdülerim yüzünden, ne sevgi şefkat eksikliğinden, ne kendine güven eksikliğinden, ne hayatı tek başıma kaldırmadığımdan, ne başkalarının sevdiği var benim de olmalı kafasından, ne parası, ne çevresi, ne daha sayamayacağım türlü şeyleri için biriyle beraber olmak istemiyorum. 

Benim yalnızlığımı eleştiren herkese soruyorum ; nedir yalnızlıkla aranızdaki bu kadar sıkıntı ve nedir sizin ilişkinize başlamadaki ve devam ettirmedeki bencilce sebebiniz? 

Bu soruma gözleri parlayıp - saf aşk - diyenler varsa her üç ay da bir gelip bu yazıyı bir kere okuyup sonundaki bu soruya bir kere daha cevap versinler. Her 3 ay da bir düzenli olarak buna aynı cevabı verebiliyorlarsa cennete sahip olmak için ölmeleri gerekmeyen dünya üzerindeki olasılıksız bir orana sahip insanlardan biridirler ve onları saygıyla selamlarım.

"Sen bu kafayla forever alone'sın oğlum. Fazla düşünüyorsun", diyenler varsa da. Dediğim gibi hayatta alacağınız önemli kararların güzelliği bozulmamış olmalı. Sıradan değil. Bu yazdıklarım yüzünden aşka inanmadığımı veya küçümsediğimi sanmayın. Aksine ben saf aşkı yüceltenlerdenim.

Ha unutmadan söyleyeyim : "Yahu bilader, daha bir ay önce 'aşkın 5 günü' diye yazılar yazıyordun, onlar neydi?", diyorsan. İşte onlar saf aşktı. İçine grilik girmemiş saf beyazlıktı. Onu yakaladığınız gün zaten buradakilere hak vereceksiniz. Bir de o yazı ve bu yazı arasındaki derin uçurum, bir ikizlerin duygu ve düşüncelerinin nasıl hızlıca değişebildiğinin ve dengesizleşebildiğinin bir yansıması.

Bitirmeden önce Elif Şafak'ın aşık olduğum bir dizesini veriyorum sizlere, burada yazanı gerçekten özümseyebiliyorsanız - bana göre - gerçekten sevebiliyorsunuz demektir ;

Tereddüt eder insan bazı bazı. 
Şüpheye düşer sevdiğinden de sevildiğinden de.
Gölge olmadan güneş, şüphe olmadan aşk olur mu ? 
Bir insanı haftada yedi gün,
Günde yirmi dört saat 
Aynı şekilde, 
Hiçbir iniş çıkış yaşamadan sevmek mümkün mü ?
Hele seneler boyu. 
Mümkün değilse şayet neden bu kadar zorlanıyoruz
Sevdiğimiz insanları, sevmediğimiz anlar,
Hatta sevmediğimiz günler olduğunu kabul etmekte?

Keşke söyleyebilsek birbirimize dürüstçe :
“Seni seviyorum ; ama şu anda değil. 
Seni görmek istiyorum ; ama bugün değil.” 

Yalansız parıldıyan o ışığı herkesin hayatında en azından bir kez görebilmesi dilerim.

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

İstanbul

Bazıları, yağmurlu İstanbul'a daha bir ayrı aşık olur. 
Açar şemsiyesini daha bir ağır yürür,
Akmasın diye zaman, bitmesin diye yollar...
Aşık olunan bir sevgili değil, 
Koca bir şehirdir artık. 
ve işte o yağmurda, 
Yere düşüpte çoğalan her bir damlayla,
Daha bir bana benzer, daha bir benden olur İstanbul...

*Sahipli

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown