İletişim Formu

 

Toplumsal Cinnet: "Gezi Parkı Eylemi" - Bölüm 2 ( Saldırılar: Gezi Parkı )

Toplumsal Cinnet: "Gezi Parkı Eylemi" - Bölüm 1 ( Sebep ve Genel Bakış ) yazımızı okuduysanız başından beri bahsettiğim orantısız ve keyfi güç kavramını merak ediyor ve haklı mıyım öğrenmek istiyorsunuzdur. Gelin yazacaklarımı, dünden beri yaşadıklarımızı dinleyin ve sonrasında siz karar verin.



Tam saatler veremeyeceğim, çok aklımda olmadığı için. O yüzden eksik bir saat bilgisi olursa affınıza sığınıyorum... Ben ve arkadaşlarım Cuma gecesinden örgütlenerek gelecek olanları hazırlamaya başladık. Saat 1 gibi Kadıköy istikametinden vapurlarla Beşiktaş iskelesine hareket ettik. Kadıköy'de CHP mitingi vardı ve bu iptal edilip, onları da Taksim'e gönderiyorlardı, parti yetkilileri. İşte bu insanlar eylemde aktif görev yapanlar değil, provakatif olarak slogan atanlardı sadece. Bu farkı daha iyi anlatacağım 3. bölümde.

Ulaşımda Sıkıntı Var mıydı ?

Her neyse vapurlar hareket ediyordu o saatlerde. Sonrasında ne oldu bilgim yok. Vapurlar durdu mu, devam etti mi, bilmiyorum. Ancak Beşiktaş bulvarı yavaş yavaş dolup trafiğin kapatılmasına yol açtı. Buradaki insanlar, otobüslerin Taksim meydanına çıkışı olmadığından yürüyerek Taksim'e kadar ulaştılar. Sanılanın aksine Taksim'e çıkışlar kapalı değildi. İki gündür Taksim'e çıkışların kapatıldığı, 3-5 kişiden fazla insanın yan yana yürütülmediği haberleri tamamen asparagastır. Yüzlerce insan yan yana tek bir polis müdahalesiyle karşılaşmadan en azından Cumartesi günü saat 13-14-15 civarlarında Taksim alanlarına giriş yapabilmişti. Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Bu noktada polisi suçlayacak bir şey yok.


Üstteki resim sadece Gezi Parkı'nı tutan polis gücüydü. Hain Oyunu Yapanlar !

Hain Bir Oyun ! 

Ne var ki yaşananlar tam da bu saatlerde oldu. Bizler de Taksim meydanında bulunduğumuz saatlerde 14 veya 15 sonlarına doğru Gezi Parkı'nın girişini tutan büyük polis gücü bir anda kendi kendilerine, hiç bir halk tepkisi olmadan kenara çekilmeye başladı. Toma araçları bir anda yok oldular. Halk o kadar iyimser ve o kadar neşeli bir havaya büründü ki nihayet polis geri çekiliyor zannedildi. Taksim meydanında ne kadar insan varsa hepsi "Gezi Parkı" içerisine doluşmaya başladı. Yakıp, yıkmadan! Tek bir kamu malına zarar vermeden! Görüntülerin aksine hiç bir taşkınlık olmadan! Bunları o sırada Gezi Parkı'na giren biri olarak kendi gözlerimle gördüğümden yazıyorum. Ne basından duyduğumla, ne de bir arkadaşımın anlattığıyla. O yüzden asıl itibar etmeniz gereken gerçekler bu tür olayın içindeki insanların söyledikleridir. Bilgisayar başında köşe yazısı hazırlayanlarınınki değil! Her neyse büyük bir mutlulukla insanlar parkın içerisinde halaylar çekmeye, gülüşüp konuşmaya, haklı sloganlar atmaya başladı. Tek yaptıkları buydu. Bir an için BDP'yi sevmeyen biri olsam da karakteriyle BDP'nin tamamen önüne geçmiş ve marka bir değer olmuş olan güzel insan Sırrı Süreyya Önder de parka giriş yaptı. Bir kaç şey söyledi. Halk iyice çoştu. Keyifler had safhadaydı. Çarşı grubu alana gelmiş taraftar sloganlarıyla insanları iyice çoşturuyorlardı. Yerlere oturmaya, bu durumun keyfini çıkarmaya başladık.

Beyaz Bir Duman ?

Bir anda arkamızdan tamamen sebepsiz ve gereksiz yere ufak bir patlama sesi duydum. Gayri ihtiyari irkilip parkın giriş kısmına baktığımda havada yay çizerek aşağı hızlıca düşmekte olan biber gazını gördüm. İnsanlar neden atıldığını anlamadılar bile. Kenara çekilip parkı insanlara açan polis, içeride milletvekilleri de varken parka hiç gereği, hiç bir sebebi olmadan işte tamamen "KEYFİ" bir sebeple sadece bir tane gaz bombası attı. İnsanlar koşuşturmaya ve gerilere kaçmaya başladı. Eğer ki bir taşkınlık olduysa halk arasında: "Neden sadece 1 tane gaz bombası atılır?", diye sorguluyor insan işte. Madem polis "KEYFİ" hareket etmedi: "Neden sadece 1 tane bomba atan polis park alanına giriş yapmamıştı?" Bu yüzden işte "KEYFİ" bir hareketti bu. Maskesi olan göstericilerden biri o bombayı park dışına fırlattığı anda peş peşe patlama sesleri duymaya başladık. Zaten tıklım tıklım olan park, panik ve kaosa girmeye başladı. Polis halen daha parkın içerisine girmemekte, sadece, giriş kapısını tutarak kapana kıstırdığı insanların üzerine gaz bombalarını fırlatmaktaydı. Ve yine o kadar "KEYFİ" atılıyordu ki bu gaz bombaları, bombanın yerden atılması yazılan üzerindeki talimata inatla, insanlar hedef seçilerek havadan gönderiliyorlardı. Böylece sanıyorum ki polis birilerinin kafasına isabet etmesi ve yaralanma  hatta ölümle sonuçlanacak olaylar olmasını istiyordu. Polisin peş peşe attığı gazlardan sonra helikopter sesleri duyulmaya başladı. Gözlerimize inanamadık! Havadan üzerimize park alanına helikopterden gazlar fırlatılıyordu! Zannedersiniz ki ellerimizde sopalar, silahlar var da polise saldırıyoruz da hava desteği gelmiş! O sırada park alanında kaskı veya maskesi olan asıl eylemcilerden dahi sadece 1-2 kişi vardı benim gördüğüm. Onlar da atılan gaz bombalarının tamamını dışarı fırlatamadılar. Çünkü 1 tanesini geri attıkları zaman içinde 3 tane içeri bomba yiyorduk. O dar alana bu kadar bomba atılmasının, hele ki Allah aşkına helikopterden atılmasının mantığı nedir? Birileri bana bunu açıklayabilir mi? Zaten tıklım tıklım dolu olan alandan çıkmaya çalışmak tam bir can pazarına sebep oluyodu. İlk kez karşılaştığım gaz bombasında gözlerim mahvolmuş, önümü göremiyor hale gelmiştim. Gözlerimi açtığım anda gayri ihtiyari acıdan geri sıkıyordum. Yanımda duran tüm arkadaşlarımı kaybettim. Önümde tanımadığım  bir insanın omzuna tutundum. O, beni kenara kadar taşıdı. Zaten herkes tanımadığı, bir önündeki insana tutunuyordu. Kimse birbirini ezerek çıkmaya çalışmıyordu. Ama o kadar yoğun bir kalabalık vardı ki üstüne dumanların etkisiyle nefes alamıyorduk. Öğürüyorduk!!!
Vücud yeterince oksijen alamadığından savunma olarak öğürmek ihtiyacı duyuyordu. Kaçıyorduk ve daha fazla oksijen ihtiyacı hissediyorduk; ancak daha fazla oksijenimiz yoktu! Düştüğümüzü sandım... O an polisler her birimizi joblayacak sandım... Ama işte o kadar "KEYFİ" bir işti ki bu yaptıkları; helikopterden dahi bombalamış olmalarına rağmen parkın içerisine girmiyorlar, insanların durumunu dışarıdan seyrediyorlardı. Gülüp bu durumdan keyif aldıklarına eminim! İnsan düşmanı olduğu millete bile böylesi adice bir hareketi yapmazdı. Bu yüzden sinirliydik! Alana geldiğimiz daha ilk saatlerde, günlerdir insanların burada niye bu kadar öfkeli bir harekete sahip olduklarını, niye inatla direndiklerini anlamıştık. Parkın arka tarafında yıkılmış harifiyat alanına koştu herkes. Gözlerini açamayan bu insanlar o yıkık harfiyat alanından açık demir uçlarının olduğu 3-4 metre yüksekliği olan yıkılmış alandan atlamaya başladı. Nihayetinde yanımıza düşen bir amcanın bacağının kırıldığını anladık. Hemen tanımadığımız insanlar kendi canlarını bırakıp adamla ilgilenmeye başladı. Bacağını bir tahtayla tutturup adamı dışarı çektiler. 

Canı yanan, gözü acıyan, gözlerini açamayan kim varsa buraya gelsin!

Yolda biraz daha iyi durumda olan insanlar ellerinde cam sil kutularıyla hazırlamış oldukları bombanın etkisini azaltan solisyonları insanları durdurarak yüzlerine sıkıyorlardı. Bu insanlar kendi canlarını düşünmeden o dumanın içinde bekleyip: "Canı yanan, gözü acıyan, gözlerini açamayan kim varsa buraya gelsin!", diye bağırıyorlardı. Öylesi bir kaos alanında dahi, tanımadıkları, belki yıllardır karşıt görüşleri sebebiyle çatıştıkları insanlara durup kendi spreylerini sıkıp biraz olsun acılarının dinmesini, en azından gözlerini açıp güvenle yürüyebileceklerinden emin olmak istiyorlardı. Kimin elinde ne varsa birbiriyle paylaşıyordu. "Bir sonraki gazda ben ne yaparım, kendim nasıl korunurum?" bunu düşünmeden bir başkasına yardım ediyorlardı. 

İşte bu yüzden önemliydi bu eylem. O yüzden oradaki insanlar hiç bir partinin elemanı olmadığını göstermişti. O yüzden bu bir halk hareketiydi, basit bir propaganda değildi. Canı yana yana, "bir başkasına daha yardım edeyim", diye parkı terkedip, kendi kıçlaırnı kurtarmayı düşünmüyorlardı. Biz de durduk ellerimizde olan limonları bölerek verdik. Sesini duyuramayan spreyli arkadaşlara yardım edip biz de seslendik: "Gözleriniz yanıyor, açamıyorsanız buraya gelin!" "Canı yanan kim varsa buraya gelsin!" Tüm insanların, en azından görebildiğimiz başka insan kalmadıktan sonra parkı tamamen terk ettik. Park'tan çıkartılan bizlerin yerine polis de girmemişti. Sadece izlemişlerdi yaptıkları hareketi. Neden sonra dört bir tarafa, dağılan arkadaşlarımı aramaya başladım. Herkes bir başka arkadaşını arıyordu. Gözlerimizle bulamayınca, telefonlarımıza sarıldık. O da ne ! Telefonlar çekmiyor! Hatlarımızda bulunan internetlerimiz çekmiyor. Ne whatsapp gibi kanallardan arkadaşlarımıza ulaşabiliyoruz ne de hat şebekesinin kendisinden. Biraz daha uzaklaşıyoruz parktan. Polis tarafından engellenen hatlarımız kullanılabilir duruma geçmesi için. Telefonu bir şekilde çalışanlar hararetle yerlerini tarif ediyorlardı birbirlerine. Bir şekilde ben de telefonumu düzeltebildim ve arkadaşlarımı tek tek toplamaya başladım. Daha fazla öfkelenmiş halde, parkın arkasından çıkıp tekrar Taksim meydanına yürüdük. Şimdi deniyor ki: "Taşkınlık olmuş; yakılmış, yıkılmış!" Allah aşkına böylesi adice ve "KEYFİ" bir harekete maruz kalmış bu insanlar sinirlenince bir kaç yeri kırmış olmaları normal değil midir? İnsanlar öleceklerini düşünüyorlardı yahu! Bir odada dahi nefessiz kalınca gerginleşip dışarı çıkmıyor musunuz? Kapı pencere açmıyor musunuz? Bu insanlar, dışarıda nefeslerini toplayabilecekleri dumansız bir alan dahi göremiyorlardı. Görseler oraya gitmelerini sağlayacak görüşleri yoku. Çünkü acıdan gözlerini açamıyorlardı.  Koas'u düşünün! Neden sonra biraz daha kendimize gelince meydana çıktık tekrar. Baktık ki bir tane bile polis aracı veya polis kalmamış, ne meydan da ne de park'ın çevresinde. Az önce o gazı yiyen kimse, "yeni bir tuzak olur mu?" diye parka girmek istemedi. Sadece bir kaç yüz tane o gaza henüz maruz kalmamış insanlar parka giriş yaptılar.



Bir Siyah Duman ?

Biz Taksim meydanına döndüğümüz sırada, birden Gezi Parkı'ndan simsiyah dumanlar yükselmeye başladı. Herkes daha büyük bir nefret ve öfkeyle park'a doğru koşmaya başladı. Çünkü günlerdir savunduğumuz park ateşe verildi zannedilmişti. Korkulan şeyin olmadığı daha parka varmadan anlaşıldı. Sadece park içerisinde kulübe gibi bir ev yakılmıştı. Polis mi yoksa "kızgın olan aşırılar" mı yaktı bilmiyorum. O konuda bir bilgim yok. Suçu direk polise atacak kadar karaktersiz değilim! Burada eğri oturup doğru yazıyorum. Ne gördüysem, başkasının anlattığından değil, kendi gördüklerimden yazıyorum. Park'ın güvende olduğunu öğrendikten sonra İstiklâl'e doğru hareket ettik.

3. Bölümde Provakatörleri ve Gece Harekatına kadar geçen süreyi anlatacağım. Mutlaka okuyunuz...

Tüm Yorumlar

İçinde Halen Daha Temiz Kalmış Bir Şeyler Saklayan Blog Sahibi "Gökhan elKhalisi" (:

Unknown

0   yorum

Yorum Gönder

Cancel Reply